29 Mayıs 2013 Çarşamba

And Handcrafts - Ve El Sanatları

Sanat sanat için midir, sanat toplum için midir tartışması bu hamur çok su götürür nevinden bir tartışma..

Kısaca kendi perspektifimden konunun aslına olmasa da kıyısına uzaktan bakacak olursam; Sanat gösterildiği ölçüde değer kazanır derim. Gizlenen sanat sanat değildir. Bu da beraberinde sanat ticari amaç güdülerek mi yapılır sorusunu da gündeme getiriyor.

Sanatçı olmayı istemezdim. Mesela benim yaptığım bir esere biri gelecek, ben bunun alasını yaparım diyecek..Neden olmasın? Aliyyül alasını da yapar.. Benzerini yaşadım. Karakalem çalışmalarımı hocamın çok beğenmesiyle bende iştiyak artarken, arkadaşımın burun bükmesi bir nevi duraksamama sebep olmuştu. Sonra? Yani bunu takdir odaklı yapmak mıydı olay? Ya da kimileri tarafından eserin yeterince idrak edilememesinden doğan bir duygu  muydu bu duruma sebep?

Bir de sanat eseri izleyicisi, takipçisi tarafından ne kadar idrak edilmeli? Bunun bir sınırı var mı, bir sırrı var mı?

Fransız filmi Can Dostum'da bakıcı adamın boyaları rastgele tuvale fırlatmasıyla oluşan tablo, sanki çok ünlü bir ressamın resmi gibi binlerce dolar para karşılığı satılmıştı.

Yani eserin karmaşık olması mıydı onu değerli kılan? Ya da değerli kılıyormuş görüntüsü veren??

Peki sanatçı kime denir? Hatip de sanatçı mıdır? İyi bir köşe yazarı? Yada başarılı bir aşçı?

Ben döneyim festivallerdeki el sanatlarına :)
 El emeği..
 

 El yapımı bilezikler..

 Nazar değmesin.

 İlmek ilmek..

Bir başka alın terinin sonucu


 Antika görünümlü yüzükler

 İşte bunlar pahalı idi, en ucuzu 100 dolar civarındydı..

Bir restorantta beni cezbeden ilk şeylerden biri de bu tür ürünlerin kullanılmasıdır
Mekanın havasını değiştirir bunlar, o kadar güzeller..

Bu altın kaplamaydı fiyatı 400 dolar civarındaydı..
O kadar çok ki.. hangi birini ekleyeyim? Hepsi de harika ellerden çıkmıştı.. Bize de bu sanatçıları hangi amaçla yapmış olurlarsa olsunlar tebrik etmek düşer..

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Katmer ve Emek

Anadolu Festivali'nden devam ediyorum ve bir ustayı bu yazıda misafir etmek istiyorum.

2009 yılında eşimle yaptığımız Güneydoğu Anadolu gezisinin Gaziantep durağında, Katmerci Zekeriya Usta'nın şanını önceden duymuş olmanın verdiği bir merakla küçücük katmer dükkanını bulmak için sabahın erken saatlerinde Antep sokaklarını aşındırdıktan sonra bu şerefe nail olduğumuz an neredeyse dakika dakika aklımda..

Belki de bu anılardan dolayı  benim için festivalin en değerli köşelerinden biriydi bu köşe..
İşte burası..
 
 Önceden yoğrulmuş hamur işlenmek üzere açılıyor

 Açılma aşaması

 Hamura açılınca kaymak ve toz şeker serpildi..

 Ve Antep Fıstığı bol kepçeden..

 Güzelce katlanma aşaması

 İşte Usta..

Ve katmer satmaktan bitap düşmüş stant görevlisinin isyanı :))
Abi sen bir geri çıksana :D

Eleman, ustayı dinlenmeye gönderip bir nefes almak için can havliyle uğraşıyor..
Günde 500 katmer sattıklarını söylediler.. 
Hava sıcak değildi ama devamlı fırın yanında olmaktan mahvolmuşlardı..

 
Eller hamurdan şişmiş, saatlerce çalışmış, hala insanları geri çevirmemek için  uğraşan bu ustaya hayran olmamak elde değildi.. 

Yaptığı katmer o kadar lezzetliydi ki tarifi imkansız..

İşte bu usta gerçek emekçilerden!

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Bir Türkiye Rüzgarı Esti Gitti..

Her güzelliğin bir bitişi oluyor ne yazık ki. Bittikten sonra da "keşke biraz daha sürseydi" nevinden bir his bırakıyor. Böyle bir his bu geçtiğimiz Pazar akşamı bende yoğun  bir şekilde yaşandı :)

Eşimin makale çalışmaları arasına 6 saatlik yolu göze alarak Davis'ten LA'ye "Anadolu Kültür ve Yemek Festivali" ni sıkıştırdık. Künefe yemek için İstanbul'dan Hatay'a motosikletle gitmeyi göze alanlar kadar çılgınca olmasa da üşenmeden, gece yolculuğu demeden yaptık bunu! İyi ki de yapmışız..

Öncelikle Ömer Faruk Tekbilek'in konserinden başlayayım: Çok amatör kamerayla çektim :P
 
Ömer Faruk Tekbilek oğluyla birlikte darbukada

Darbukaya devam
 
Ömer Faruk Tekbilek'i takipçisi değilim ama konseri gerçekten güzeldi. Bazen bir albüm alırsınız, içinden 3 parçayı sever gerisini es geçersiniz, konserde işte hepsi zevkle dinleniyor. Can Atilla da olacaktı bu festivalde, muhteşem olurdu. 

Can Atilla - Boğaziçi rüyaları

Ama benim ilk göz ağrılarımdan birisi 
Tuluğhan Uğurlu - İstanbul Kanatlarımın Altında

 Ömer Faruk Tekbilek'le devam..
Şinanay

Ömer Faruk Tekbilek, Serkan Çağrı ve Yaşar konser verdi. Benim için beğenme sırası da bu şekildeydi konserlerin..

Herkes gibi biz de yemek standlarını aşındırdık. Kıtlıktan çıkmışcasına kebab, döner, tantuni, künefe, çiğköfte, maraş dondurması, antep katmeri, boşnak böreği, gözleme, mantı.. 2 günde 9 aylık hasreti dindirdik. Normalde yemeklerden bahsetmeyi sevmem ama, memleketi o kadar özlemişim ki bahsetmeden geçemeyeceğim..
 
Evet, yumulma diye buna dedim ben..İki lokmada doyan ben bütün bunların hepsini nereme yedim bilmiyorum. Buraya yazdım ki bize anı olsun. Buram buram ülkemi kokladım ama doyamadım.

Festival tek yazıya sığmaz elbet !

Ne Çabuk Geçti Ki Bu Zaman!

12 Mayıs 2013 Pazar

Gündem ve Karışık Hisler

Hatay'daki acı olaydan beri hiç bir şey yapası gelmiyor insanın. Her doğan bebek ne kadar masumken, büyüdüklerinde bir kısmının dünyanın en .... yaratıkları olduklarını düşününce, bu cani duyguları nasıl edindiklerini aklım almıyor. Şiddet yiyip, şiddet mi içiyorlar?

Nasıl? Nasıl? Nasıl masum bebekler, masum çocuklar büyüyünce canavarlaşabiliyor?

Bugün anneler günü. Dünyanın en şefkatli annelerinden birine sahip olduğum için bir yanımda şükür hisleri zirve yaparken, diğer yanda bu yaratıkları doğuran annelerin biraz olsun insanlıktan nasibi varsa duygusu herhalde şöyle olur düşünüyorum: "Seni doğurduğum güne lanet olsun "


8 Mayıs 2013 Çarşamba

Sincaplara Alıştık mı Alışamadık mı?

Amerika'ya ilk geldiğim 2011 senesinde, Washington'da Beyaz Saray'ın karşısındaki parkın bahçesinde çektiğimiz ağaca tırmanmış olan sincabın fotoğrafı uzun süre bilgisayarımın arka plan resmiydi..

O zamanlar sincaplar o kadar sevimli gelmişti ki, her gördüğümüz sincabın arkasından atlar olmuştuk. Ta ki Davis'e gelinceye kadar, ta ki bizi geceleri tavanda koşma sesleriyle uyandırıncaya kadar..
 Arkadaş salon kapısından içeri girmek istiyor.

 Zil çalındı, "hazır ol"da bekliyor..

 Derdini anlatamıyor..
 
Gitmeye karar veriyor
 
 Bunlar da balkondan çektiklerimiz:
 Keyif yapıyor..
 
 
Hamle tasarımında..
 
 
Çimlerde sabah sporu..
 
Amerika'da özlediğim şeylerden biri de kediler.. Sincapların o kadar çokluğuna rağmen, kediler o kadar az ki.. Bir yerde kedi görsek, "aaa bak kedi" diyecek kadar bizim için garipsenecek hale geldiler..
 
 
Kedilerin bu kadar az olması da sincapların populasyonu artırmış olabilir, aralarında bağ var mı bilmiyorum ama sincap biraz fareyi andırdığı için ister istemez bir ilişki kuruyor insan.
 
Sincaplar da iyiler hoşlar elbette ama kavgaları da eksik olmuyor. Sonbahar döneminde tavandaki koşturmacaları, kışa yaklaşırken birbirlerinin depolarına mı yan gözle bakıyorlar diye düşündürttü bizlere.. Sincap sincapla niye kavga eder bilemesek de, ya haneye izinsiz girmedir, ya ekmeğine göz dikmedir herhalde diye tahminlerde bulunuyoruz..
Evin önünde bir sincabın kış hazırlığını çekmiştim.
Çok kıvrak, biraz paranoyaksal bir durum da var..
 
Benim merak ettiğim gömdüğü palamutu lazım olunca nasıl bulduğu..
 
 Aynı soruyu tekrar sorayım kendime, sincaplara alıştık mı alışamadık mı? Çok yakın mesafede olmazsa hepsi çok güzel.. Türkiye'de evde sincap besleyen insanlar var, ama ben uzaktan seveyim..
 
Bir zamanlar kardeşimin eve getirip, besleyip evcilleştirmeye çalıştığı bukalemunu gördükten sonra, çok korktuğumuz hayvanların aslında ne kadar ürkek ve sevimli olduğunu  o zaman düşünmüştüm. Sincap da bir başkasına böyle düşündürtebilir..
  
Bu arada Amerika'da televizyon izlerken bir yemek programında sincaptan yemek yaptıklarını ve afiyetle yediklerini gördüğümden beri o anı her hatırlayışımda içimi değişik duygular kaplıyor.. Bütün yiyecekler anlamını yitiriyor gözümde.. Gerisi bende kalsın..

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Shoe-Tossing (Ayakkabı Fırlatma Sanatı)

Grafiti sanatını bir çok ülkede görmek mümkündür sanırım ama "Shoefiti" için aynı şey sözkonusu mu bilemeyeceğim. Shoefiti'nin Türkiye'de olması çok muhtemelse de ben hiç karşılaşmadım, varsa da farketmedim.

Amerika'da Shoefiti'yi de çok yakın zamanda evimizin civarlarındaki sokaklardan birinde gördüm.
Davis'te Shoe-fiti

Birilerinin arkadaşlarına şaka yapmak için bu yöntemi denediklerini düşünmüştüm ama sonradan öğrendiğime göre işin aslı farklıymış.

Bunun adı aslında: Shoe-Tossing veya Shoe-Flinging. Toss: İngilizce'de havaya atma şeklinde geçiyor.

Nasıl çıktı: Bilinmiyor.

Amaç: O kadar çok ki. En kuvvetlisi  "drug" denilen uyuştrucu nevinden madde satıldığını gösteren bir evi işaret ediyor. Bir diğer iddia çete tarafından öldürülmüş birini anmak için yapılıyor ve öldürülen kişinin ayakkabısı fırlatılıyor. Bir başka söylentiye göre de askeriye'den temelli ayrılan askerlerin kışlalarının yakınlarında yaptıkları "ohh" nevinden bir iç geçirmenin dışa vurumu..

Arkasında yatan bazı ürkütücü durumlardan başka, birçok kişinin gerçekleştirmek istediği bir amaç da var tabi : "Okulun son günü yapılan bir aktive" olması. Hani genelde insanlar ders notlarını çöpe atarken inanılmaz güzel duygular yaşar ya, bu tip bir aktivite de ayakkabısını atan kişiye bu tür bir duyguyu yaşatıyor demek ki. 

Burada shoe-tossing yapan kişinin denemesi var. Gayet başarılı:

Shoe-Fiti'den bir kare :

Bir de web adresi var: Oldukça kapsamlı.

Kendilerine göre sanat dedikleri bu olayı abartıp ne yazık ki ağaçlara fırlatanlar da var. O güzelim ağaçların bu ayakkabıları taşımak istediklerini zannetmiyorum.

Şu ağaçlar, şu insan dışındaki canlılar bir dile gelseler kimbilir neler söyleyecekler...

3 Mayıs 2013 Cuma

1 Mayıs, 1 Mayıs, 1 Mayıs

İnsan günlük koşturmacadan biraz kenara çekilip, ilgisini farklı yönlere çevirdiği zaman gerçeklerle karşı karşıya kalıyor..Gerçekleri görmemezlikten gelmek insanın en kolay yaptığı şey galiba. O huzurlu dünyamızdan çıkıp başkalarının sorunlarıyla ilgilenmek ağır mı geliyor yoksa?

Neredeyse hepimiz kendi dünyamızda çeşitli sıkıntılar yaşasak da, bunların büyük çoğunluğunun ne kadar küçük olduğunu o cam fanusumuzun buharını silip etrafa baktığımızda bir nebze de olsa farkedebiliyoruz. Etrafa bakmaktan kastım belki sokaklara, belki diğer şehirlere ama en önemlisi de diğer ülkere bakmak.

Evet 1 Mayıs Türkiye'de kutlandı mı? Kutlandı..yaşı 20'yi geçmeyen, yönlendirilmeye en açık gençler burada da kullandı mı? Kullanıldı. Güya işçi bayramıydı ama bu günde işçiler çalıştı mı? Çalıştı. Yetersiz önlemden kaynaklanan işçi ölümleri devam ediyor mu? Ediyor. Ağır çalışma koşullarında düzelme var mı? Yok.

Ne değişti? Hiçbir şey.

Birşeylerin değişmesi için önce herkeste biraz vicdan olması lazım.

Bangladeşte 8 katlı binanın çökmesinden kaynaklanan yaklaşık 500 işçinin ölümünden sonra aslında ne söylenebilir ki? Biz neyi konuşuyoruz, nelerle meşgul oluyoruz? Ki bu insanlar aylık 38 dolar gibi bir fiyata çalışıyorken, ki bu insanlar 1 gün çalışmazsa 3 gün fazladan aynı ücrete çalışmak zorundayken..

Fakir bırakılmış ülkeler.. Savaştırılan Toplumlar...

İnsanın isyan ettiği, yüreğinin kaldıramadığı..

Aslında yazacak çok şey var ama..